“Avrupa Birliğine (AB) uyum sürecinde gerçekleştirilen yapısal reformlar
çerçevesinde …..” diye başlayan cümleleri son günlerde çok sık duymaya
başladık.
Özellikle siyasi liderler, bakanlarımız ve yüksek rütbeli bürokratlarımız
bu cümle ile konuşmaya başladığında ya meclisten geçen bir kanun, ya da
meclise sevk edilmek üzere olan bir kanun tasarısı hakkında uzun
açıklamalar dinliyoruz televizyonlarımızdan. İnsanın bazen kendi, kendine
“biz bu günlere kadar nasıl idare etmişiz” diye sorası geliyor.
Kamuoyunca her haber ve uyum kanunu maalesef yeterince takip edilemiyor.
Piyasa aktörleri içinde bankalar, odalar, resmi daireler ve özellikle
ihracat yapan bazı kurum ve kuruluşları bir kenara koyarsak, küçük esnaf,
çiftçiler, (işiyle gücüyle alacak, borç, çek, senet takibiyle başı dertte
olan) sanayici, KOBİ ve üreticiler, belki de kendileri ile ilgili
yenilikleri en son duyan ve istatistiklere göre de piyasanın % 90’ını
temsil eden figüran aktörler olarak “milli mücadele tarihini”
yeniden yazmaya çalışıyorlar.
Hala
teşvik almayı, “Ben kredi kullanmam” diye reddederek, harcadığı
parayı dönem sonunda karından indirip daha az vergi vermek yerine, çıkan
yüksek vergi borcu yüzünden, iş ve yatırımını kaybedenlerden tutun da,
tahsil edemediği bir alacağı yüzünden icra dairelerinde ve avukatların
peşinde koşarken işini gücünü ihmal eden, hammadde alamadığı için
siparişlerini yerine getiremeyen, bir makine daha alamayıp müşteri
kaçıran, faks, internet, bilgisayar gibi teknolojik kolaylıkları param yok
veya kim kullanacak, ben de anlamam diye erteleyen bir sürü aktör
tanıyorum ben bu filmde.
Ekonomist, yönetim danışmanı, işletmeci v.b. tavırla kendilerine
yaklaşıldığında ve neden leasing, faktoring, yatırım veya işletme kredisi
kullanmıyorsun ? diye sorulunca, cevap genellikle hazırdır.
“Bankalar güneşli havada şemsiye uzatır, yağmurlu havada şemsiyeyi çeker”
veya “benim teminat için gayrimenkulum yok ki” gibi yakınmalar duyarız.
Bazen de haydi çok biliyorsan söyle de senin dediğini yapalım türü (Sanki
danışmanın boyacı küpü vardır.) serzenişlerle karşılaşırız.
Çarpık gelişmiş ekonomilerin ürünü olan yüksek enflasyona bağlı kredi
faizleri ve reel faiz yükü ile dönemsel krizlerde uygulanan temerrüt
faizleri ve kredi kapatma talepleri yüzünden çok canlar yanmıştır.
Günümüzde artık tek haneli enflasyon, yükselen kapasite kullanım oranları
ve gelişen ihracat kapasitesi, döviz fiyatlarında ki durağanlık, devletin
borçlanma faizindeki düşük oranlar ile bankacılık sistemine getirilen
disiplinler sanki yeni bir dönemin hazırlıklarına katılmak gerekliliğini
düşündürüyor.
Biraz
daha düzelme olsun diye beklemek de bir tercih olmakla birlikte, geç kalma
riskini göze almak ne derece doğru olur iyi düşünmek gerek!
Bu
arada girişimcilerimizin de kendi uyum yasalarını yürürlüğe koymaları
gerekiyor. Artık işe ve yatırıma başlamadan önce sabah kalkıp “ben
şirket kuracağım” veya ticari araç yerine “Mercedes alacağım”
kararlarını alırken ciddi,ciddi düşünmeleri veya kendileri adına düşünecek
birilerini bulmaları kaçınılmazdır. Eskiden olduğu gibi 10 milyarımız
varsa 100 milyarlık yatırım yapmayalım ama en azından iyi ölçüp biçerek
yatırımcı ruhumuzu da köreltmeyelim. AB’ye girelim mi, girmeyelim mi? IMF
gidiyor acaba geri döner mi tartışmalarını bırakalım siyasetçiler yapsın.
Bizim elimizde nur topu gibi reel ekonominin fırsatları var. Fırsatlar
ülkesi Türkiye’yi görmek için neyi ve kimleri bekliyoruz?
“Ticaretin en önemli kuralı risk almak,işletmeciliğin kuralı da riski çok
iyi ölçmek ve yönetmektir.”
|